Dil,
insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurdur. Diğer canlılar kendilerine
özgü sesler çıkarsa ve aralarında iletişim kursalar da bu seslerin bir dil
olduğunu söyleyemeyiz. İnsan, dil yetisi sayesinde bir birikim oluşturabilmiş
ve diğer canlıları da bu birikim sayesinde kontrol altına alabilmiştir. Peki
dil nedir ve nasıl oluşmuştur? İnsanoğlu, tarihi süreç içerisinde bu soruya
cevap aramış ve farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Bu
çalışmada, dil üretim sürecine ilişkin ortaya atılan görüşlere değinilerek
teknolojik gelişimin dil üretim sürecinde yaptığı dönüşüm ele alınmıştır.
Özellikle, bilgisayar ve internet kullanımının yaygınlaşması, iletişim
olanaklarını artırmış, yazılı iletişime ek, ikonlar üzerinden yeni bir dil
oluşturmuştur. Emoji adı verilen, ikonlardan oluşan ve iletişimi güçlendiren bu
yeni dilde binin üzerinde gösterge kullanılıyor ve bu göstergeler hangi dilde
olursa olsun aynı anlamı ifade ediyor.
1. GİRİŞ
İnsanı
diğer canlılardan ayıran en önemli unsur, “dil”dir. Konuşabilen bir varlık
olması, insana toplumsal düzen kurma imkânı tanımış ve insan bu özelliğiyle de
hem diğer canlılar üzerinde hem de doğa üzerinde, kısmi de olsa, hâkimiyet kurabilmiştir.
Tarihi
süreç içerisinde, “dil” olgusu üzerine hep kafa yorulmuş, dilin, doğuşu,
farklılaşması, gelişimi üzerine çalışmalar yapılmıştır. Bu alandaki görüşün ana
hatlarıyla ikiye ayrıldığı görülmektedir. Bunlardan biri teolojik (dini),
diğeri ise bilimsel yaklaşımdır. Ancak her iki yaklaşımda da çok sayıda farklı
görüş bulunmaktadır.
Kutsal
kitaplar; Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de “dil”e değinilmekle birlikte nasıl
ortaya çıktığına dair ayrıntı bulunmamaktadır. Dil’e ilişkin en geniş bilgi
Tevrat’ta yer almaktadır: “Ve Rab Allah
dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı
yapacağım. Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan
yaptı; ve onlara ne ad koyacağını görmek için adama (Adem) getirdi; ve adam her
birinin adını ne koydu ise, canlı mahlukun adı o oldu. Ve adam bütün sığırlara
ve göklerin kuşlarına ve kır hayvanına ad koydu...”(Aydın ve Ulutaş, 2010: 686).
İncil’de
de kelam üzerinde durulur. Yuhanna’nın
ilk ayetlerinde şöyle denir: “Başlangıçta
Kelam vardı; Kelam Allah‟ta idi ve Kelam Allah idi. Başlangıçta o Allah‟ta idi.
Her Şey onun vasıtasıyla var oldu ve var olan hiçbir şey onsuz olmadı”(Aydan ve
Ulutaş: 2010: 686). Yuhanna’nın
başka bir yerinde de İsa’nın söylediği sözlerin (kelam) “ruh” olduğundan
bahsedilir (Aydan ve Ulutaş: 2010:
686). Buralarda geçen “kelam” farklı şekillerde yorumlansa da, “söz”le, yani
dil ile de ilişkisi kurulabilir. İlk insanın konuşmayı nasıl öğrendiği,
varlıklara nasıl isim koyduğu hususuna gelince, bu konuda Hıristiyan
ilahiyatçılar da Tevrat’ta verilen bilgileri esas almaktadırlar. Çünkü onların
kutsal kitap koleksiyonu arasında, Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat da vardır. Başka bir ifadeyle
onlar, Ahd-i Cedid dedikleri İncil yanında, Ahd-i Kadim dedikleri Tevrat’a
da kutsal kitap olarak inanıp, ikisini birden Kitab-ı Mukaddes diye kabul etmektedirler. Dolayısıyla Ahd-i Kadim’deki bilgiler onları da
bağlar (Aydan ve Ulutaş: 2010: 687).
Tevrat ve
İncil’de olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de özellikle
yaratılışa ilişkin çok sayıda ayet vardır. Maide Suresi’nin 18’inci ayetinde,
“Siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz” (Altuntaş ve Şahin: 2011: 121).
Araf Suresi, 11’inci ayette, “Andolsun sizi yarattık. Sonra size şekil verdik.
Sonra da meleklere, Adem için saygı ile eğilin dedik…”(Altuntaş ve Şahin: 2011:
165). Hicr Suresi’nin 26’ıncı ayetinde “Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan,
şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık” (Altuntaş ve Şahin: 2011: 165). Taha
Suresi’nin 55’inci ayetinde, “Ey insanlar! Sizi topraktan yarattık, ölümünüzle
sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız” (Altuntaş ve
Şahin: 2011: 343) denilmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de dile ilişkin fazla bir
detay yoktur. Sadece, “Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve
renklerinizin farklı oluşu da yine O’nun ayetlerindendir” şekliyle Rum
Suresi’nin 22’inci ayetinde “dil” ifadesi yer almaktadır.
Tevrat’ta
insanların tek bir dil konuşurken, dillerinin ilahi bir iradeyle bozulduğuna
değinilmekte ve şöyle denilmektedir: “Ve
âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rab
dedi: İşte bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var ve yapmaya
başladıkları şey budur ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara
men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar diye,
onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan
dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil
denildi; çünkü Rab, bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün
yeryüzü üzerine oradan dağıttı” (Aydan ve Ulutaş: 2011: 693-694). İnsanoğlunun öğrenmesine ilişkin Kur’an-ı Kerim’de de Tevrat’a benzer bir ifade yer
almaktadır. Bakara Suresi’nin
31’inci ayetinde “Allah Adem’e her şeyin ismini öğretti”(Kandemir, Zavalsız ve
Şimşek, 2013: 22) denilmektedir.
Görüldüğü
üzere 3 dinin kutsal kitabında dil edinimine ilişkin, çok da detay
bulunmamaktadır. Ancak teologların, bunun üzerine çok kafa yordukları da
açıktır ve pek çok görüş ortaya atılmıştır. Kimisi, insana dil yetisinin
doğuştan verildiği görüşünü savunmakta, kimisi Adem’in kendisine ilahi kudretle
bahşedilen dil yetisiyle isimleri verdiği ve dilin bu şekilde doğduğunu ve daha
sonra insanların dünyada dağılmasıyla dilin de farklılaştığını, bazıları ise
Adem’e bazı şeylerin isimlerinin öğretildiği sonrasında O’nun bunu geliştirdiği
görüşünü savunmaktadır.
2. Bilimsel Yaklaşım
Dil
edinimine ilişkin teolojik görüşün dışında da çok sayıda görüş ortaya
çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı din temelli yaklaşımı reddetmekte, insanın evrim
sonucu günümüze ulaştığı, bu yolculukta diğer canlılardan farklı olarak konuşma
yetisi kazandığı temel tezini savunmaktadır. Ancak kendi içinde bu yolculuğun
şekli ve dil edinim sürecine ilişkin pek çok farklı yaklaşımın da var olduğu
görülmektedir. Mesela bu görüşün savunucularından Fransız Paleantropolog Pascal
Picq, “Maymundan geldiğimizi güçlükle
kabul ettiğimizden beri, insanı hayvanlık durumundan kurtaran şeyi ayırt
edinceye kadar didinip durduk. Dil insanoğlunun son sınırıdır”(Pinq, 2016: 4)
demektedir. Maymunlara dil öğretimine ilişkin pek çok çalışmanın başarısızlıkla
sonuçlandığını belirten Picq’e göre bunun sebebi “Şempanzelerin gırtlağının sözcük söyleyemeyecek kadar yukarıda olması”(Pinq,
2016: 19) dır.
Dil,
filozofların da geçmişten günümüze ilgisini çekmiş ve bu yönüyle felsefenin
konusu olmuştur. Dil felsefesi yeni bir disiplindir ama dil felsefesi soruları
her felsefe sorusu gibi Eskiçağ’dan beri şu ya da bu biçimde sorulup yanıtları
aranan sorulardır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Platon Kratylos'ta adlar ile
onların adlandırdıkları şeyler arasındaki ilişkinin doğal mı yoksa uylaşımsal
mı olduğunu tartışır. Aristoteles, De Interpretatione'de seslendirdiğimiz
adların zihinde olanların, yazdığımız adlarınsa seslendirdiğimiz adların
uylaşımsal simgesi olduklarını belirtir. Ortaçağ boyunca sözcüklerin kavram ve
nesnelerle olan ilişkisi sorgulanır. 17. ve 18. yüzyıllarda zihnin yapısı
üzerine yazılan kitapların bir bölümü "Sözcükler Üzerine"dir. Ancak
bütün bunlar bilginin yapısı ve kaynağı konusunda sorulan sorulara yanıt
verilmeye çalışılırken dil ve anlam konusunda ortaya atılan birtakım ikincil
görüşlerdir (Aysever, 2003: 130).
Dil
oluşumuna ilişkin pek çok tez ortaya atılmış olmasına rağmen bunlardan dualist
yaklaşımın daha fazla kabul gördüğü dikkat çekmektedir. 14. yüzyılda yaşamış
İslam düşünürlerinden İbn-i Haldûn, dilin mahiyeti konusundaki düşüncelerini
“bil-kuvve mevcûd ve bil-fiil mevcûd” diye bilinen düalist yaklaşım üzerine yapılandırmıştır.
Ona göre dil hususunda insanın doğuştan getirdiği konuşabilme kabiliyeti dilin
bil-kuvve tarafını; bu konuşma kabiliyetinin herhangi bir toplumsal çevrede
ortaya çıkması ise bil-fiil yönünü oluşturmaktadır (Demir) Modern dil
bilimcilerin pek çoğunun da benzer bir yaklaşım sergiledikleri görülmektedir.
Ferdinand
De Saussure, dil üzerine en kapsamlı çalışmaları yapan dil bilimcilerden
biridir. O da İbn-i Haldun gibi dil yetisinin doğuştan geldiğini düşünerek langage, langue ve parole
kavramları üzerinde durmuştur. Saussure’e göre langage, insanın konuşma yetisini, langue düşünceyi, parol
ise eylemi ifade etmektedir. Dil yetisi bir olgudur; insanda bulunan bir
yetinin işletilmesi, icrasıdır. Dil, bu olgunun bir bireyler topluluğunda ve
belli bir çağda aldığı uyarlı biçimlerin tümüdür (Saussure, 2014: 133).
Dilin
dönüşümsel olduğu görüşünde olan Saussure, bu düşüncesine zamansal ve mekânsal
açıklama getirmektedir. Saussure’e göre,
dil zaman içinde ve aynı zamanda mekân içinde farklılaşır. İki farklı tarih
kesitinden alınmış bir dil kendisiyle özdeş değildir. Konuşulduğu ülkenin az
çok uzak iki noktasından alınmış bir dil de kendisiyle özdeş değildir (Saussure,
2014: 153). Dilin hareketi kavramını
kullanan Saussure, söz konusu hareketin dilin tarihi içindeki birliği ilkesiyle
hiçbir zaman çatışma içinde olmayan en can alıcı hareket olduğunu söylemektedir.
Dildeki dönüşümün her zaman ve hep var olduğu düşüncesinde olan Saussure, yeni
bir dilsel varlığın üretiminin olmadığı tezini savunmakta ve “ana dil, kız dil yoktur” (Saussure, 2014: 159) demektedir.
Çağdaş
dil bilimcilerden Noam Chomsky ayrılan noktalar olsa da Saussure benzer
yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Üretici
Dil Bilim Kuramı’nı geliştiren
Chomsky, dile, yetkinlik (Competence)
ve uygulama (performance) olmak üzere
iki aşamalı bir yaklaşım getirmiştir. Yetkinlik;
konuşan ve dinleyenin sonsuz sayıda tümce üretim anlamasını sağlayan düzenek ya
da kurallar dizge, kısaca onun diline ilişkin bilgisidir. Uygulama ise, yetkinlik denilen dilsel yeteneğin somut nitelikli
konuşma eyleminde gerçekleştirilmesi olmaktadır (Gülsoy, 2005: 155-156). Yetkinlik,
dil bilgisiyle ilgilidir ve Saussure’ün langue kavramına; performans ise, dilin
gerçekleştirilmesiyle ilgilidir ve parole kavramına uygundur (Alver, 12).
Üretici dilbilsini
ses ve anlam olarak tanımlayan Chomsky, bunu şu şekilde açmaktadır: Bir tür ses ifadeleri ve bir tür anlam
ifadeleri vardır. Bu varsayım binlerce yıl öncesine dayanır; şimdi biz bunu
daha açık hale getirmeliyiz. Ses ifadelerine duyu-motor sistemleriyle erişilir
ve anlam ifadeleri (bunun ne anlama geldiğini açıklamamız gerek) dünya hakkında
konuşmak, soru sormak, fikir ve duyuları ifade etmek için bilgi ve ifadeleri
kullanır. Anlam ifadelerine erişebilen sistemlere ‘kavram-niyet’ sistemleri
denir (Chomsky, 2014: 22-23).
3. Dil Üretim Süreci
Her
ne kadar dil yetisi insana özgü bir durum olsa da dilin kendisi toplumsaldır.
İbn-i Haldun, düşüncesinin hareket noktasına insanın toplumsal bir varlık oluşunu
koymaktadır. Saussure’e göre de dilin var olma şartı toplumsal oluşudur. Dilin
bireyin zihnine kendini kabul ettirebilmesi için önce topluluğun onayını alması
gerekir (Saussure, 2014: 292). Saussure; “Nasıl
oluyor da bugün Jules Cesar’ın konuştuğu Latince’yi konuşmuyoruz, nasıl oluyor
da Jules Cesar ilk atalarının konuştuğu Hint-Avrupa dilini konuşmuyordu?”(Saussure,
2014: 158) diye sorarak dilin tarihsellik ve coğrafiliğine vurgu
yapmaktadır. Dil zaman içinde ve aynı zamanda farklı mekânda farklılaşır. İki
farklı tarih kesitinden alınmış bir dil kendisiyle özdeş değildir. Konuşulduğu
ülkenin az çok uzak iki noktasından alınmış bir dil de kendisiyle özdeş
değildir (Saussure, 2014: 153). Peki dil niçin değişmektedir, Saussure’un Cesar
örneğinde olduğu gibi nesiller atalarının dilini neden anlayamıyor? Bu
soruların cevabını İslam düşünürlerinden Farabi X. yüzyılda vermiş; toplumda
sosyal şartlara ve yeni ihtiyaçlara göre dilde yeniliklerin olduğunu, sözcüklerin
arttığını, yeni sözcüklerin toplumsal uzlaşmanın ardından dile eklemlendiği görüşünü
savunmuştur (Okumuş, 2014: 162).
Toplumsal
ihtiyaçlar, yeni buluşları ortaya çıkarmakta, insanlar bu buluşlara isim
vermekte ve verilen bu isimler, toplumsal kabul gördükçe dile eklemlenmektedir.
Belli kelimelerin, zamanla eşanlamlılarının üretildiğini ve ilk kelimenin
yerini bazen, zamanla yeni kelimeye bıraktığını da görmekteyiz. Mesela Türkçe’de;
kara, gök, al ve ak gibi renk isimlerinin yerine siyah, mavi, kırmızı ve beyaz
gibi isimler kullanılmaya başlandı, ilk isimlerin zamanla kullanım değeri
azaldı, belki de kullanılırlıkları sadece ak
akçe kara gün içindir gibi deyimlerle zorunlu tercihle sınırlı hale geldi. Ferdinand
De Saussure, bu durumu zaman içinde dilin
hareketi dediği, dönüşümsellik ilkesi ile açıklamıştır. Saussure’e göre dil,
sürekliliğe ve değişebilirliğe sahiptir, kaza ve şiddet ya da önemli, üstün dış
bir güç olmazsa süresiz olarak yuvarlanıp gider (Saussure, 2014: 159).
Saussure’un kastettiği, dili konuşan toplumun yok edilmesi, zorla asimile
edilmesi ya da baskın kültürün alt kültürü herhangi bir fiziki baskı olmaksızın
kendi içinde eritmesidir.
Bununla
birlikte, devlet politikası olarak dile müdahalelerin olduğu da görülmektedir.
Osmanlı Devleti zamanında saray dili olarak Osmanlıcanın inşa edilmeye
çalışılması, bir bürokratın Osmanlıca bilme zorunluluğunun olması ya da
Cumhuriyet döneminde girişilen dil reformları buna örnek olarak verilebilir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yabancı kökenli kelimeler yerine, Türkçe dil
yapısına uygun kelimeler üreten komisyonlar kurulmuş ve bu komisyonlar çok
sayıda yeni kelimeyi yabancı kökenli kelimelere ikame olarak önermişti.
Bunlardan, uray (belediye), özgenlik
(hürriyet), işyar (sivil hizmet) kelimeleri beğenilmedi. Konu (mevzu), sonuç (netice), görev
(vazife), çoğunluk (ekseriyet), ilgi (alaka), önem (ehemmiyet), alan (saha),
kelimeleri kullanıldı. Belirtmek (tebarüz
ettirmek), başarı (muvaffakiyet), dilekçe (arzuhal) vb. kelimeleri tam
tutundu (Ülgen, 2014: 689). Dolayısıyla Türkçe’de, son yüz yıllık dönemde bile
ciddi oranda bir değişim yaşandığını görmekteyiz.
Dildeki
dönüşüme etki eden en önemli faktörlerin başında özellikle 19. yüzyıldan
itibaren daha da hızlanan teknolojik yeniliklerin geldiğini belirtmek gerekir. 20.
yüzyılın önemli iletişim bilimcilerinden Marshall McLuhan, teknolojinin
toplumsal dönüştürücü gücü üzerinde durmuş, araç
mesajdır önermesinde bulunarak aracın mesajdan önemli olduğunu savunmuştur.
McLuhan’a göre, tekerlek, ayağın; kitap, gözün; elbise, derinin; elektrik
devresi, merkezi sinir sisteminin bir uzantısıdır. Araçlar, bütün medya bir
arada hareket ettiklerinde bilinçliliğimizi, ruhsal anlamda tümüyle yeni
evreler yaratacak ölçüde değiştirebilirler (McLuhan ve Powers, 2001: 144). Teknolojilerimizi
biz şekillendiririz ve onlar sırası geldiğinde bizi şekillendirir (Altun, 2006:
215). Teknolojik yenilikler toplumsal yapıyı altüst eder, yeni yapılar inşa
ederler. Teknolojiler önce çevre-karşıtı olarak gündeme gelir, daha sonra kendileri
çevre haline gelirler (Altun, 2006: 216). İnsanların gündelik yaşam örüntülerini,
temel davranış kodlarını, algılama tarzlarını ve düşüncelerini dolaysız bir şekilde
biçimlendiren bu çevre, balık için su ne anlam ifade ediyorsa, içerisinde yaşayan
insanlar için de aynı şeyi ifade eder (Altun, 2006: 216).
McLuhan’ın
bu önermelerinden hareketle teknolojik yenilikler toplumsal organizasyonlara
etki etmektedir. 19. yüzyılda hammaddeye, üterime ve dağıtıma uygun hale
getirilmiş, coğrafi olarak bir tür bağ dokusu gibi etkinlik gösteren demiryolu
boyunca uzanan dikine bir toplum organizasyon vardı, kentler ve kasabalar
demiryolu boyunca oluşuyordu. Buna karşılık enformasyon çağında, yatay
bağlantılı bir gelişme olacak (McLuhan ve Powers, 2001: 148).
Çevrede,
döngüsel olarak sürekli devam eden bu değişim, zorunlu olarak insana
dolayısıyla topluma da etki etmekte, insana ait olan her şey de bundan payını
almaktadır. Bu değişimde özellikle kitle
iletişim araçlarındaki yenilikler belirleyici olmakta, kültürler arası
etkileşimi hızlandırmaktadır.
3.1.
Dijital Çağ ve Dile Etkisi
İnsanlık tarihi belli dönemlere ayrılarak ele
alınmakta, bu dönemlerin belirlenmesinde ise tarihin akışına etki eden buluş
veya olaylar ana unsur olarak kabul edilmektedir. Ateşin kullanılması, yazının
bulunuşu, toplumsal hayata etkisi açısından Fransız İhtilalı bunlar arasında
sayılabilir. Ancak çağların belirlenmesinde kesin bir ittifak olduğunu söylemek
güçtür. Kanadalı İletişim Bilimcisi Marshall McLuhan diğer yaklaşımların biraz
dışında bir tanımlama getirerek tarihi; Kabile
Çağı, Edebiyat Çağı, Basım Çağı
ve Elektronik Çağı olmak üzere dört
döneme ayırmıştır. McLuhan’a göre, yazının kullanılmasıyla Kabile Çağı sona ererek Edebiyat
Çağı’na girilmiş ve bu dönem matbaanın icadına kadar sürmüştür. McLuhan,
Gutenberg’in matbaayı icadıyla Tipografik
Çağ’a (Basım Çağı) geçildiğini, telgrafın icadıyla da Elektronik Çağ’a ulaşıldığını savunur (Altay, 2005: 20).
19. yüzyılla birlikte, geneli etkileyen olay ve buluş
sayısında yaşanan artış çağ isimlendirmesinde parçalılığı daha da artırmıştır.
Bu dönem için enformasyon çağı, bilişim
çağı, teknoloji çağı, dijital çağ gibi farklı tanımlamalar getirilmektedir.
Ancak, bu isimlendirmelerin, daha çok modern
ya da post modern ana başlıklarının alt
başlıkları olarak ele alındıkları da görülmektedir. Her nasıl isimlendirilirse
isimlendirilsin, çok yoğun bir teknolojik üretim çağının içinde olduğumuz bir
gerçek ve bu üretim doğrudan insan hayatına, dolayısıyla toplumsal hayata etki
etmektedir. Son dönemin tartışmasız en büyük iki yeniliği bilgisayar ve internettir.
İnternet, 1989’dan önceki Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkmıştır. ‘Ağ’ ilk kez
Amerikan Askeri Karargahı Pentagon’da 1969’da başlamıştır. Pentagon’un İleri
Araştırma Proje Dairesi’nin baş harflerinden ötürü (Advanced Research Prajects
Agency) başlarda ARPA net olarak adlandırılmıştı ve amacı sınırlıydı. ARPA,
Amerika’nın farklı bölgelerinde çalışan askeri sözleşmeli bilginlerin
kaynaklarını bir havuzda toplamak ve kullandıkları pahalı ekipmanı paylaşmalarını
sağlamak çabasındaydı. Akıllarına sonradan gelen bir düşünceyle mucitleri,
mesaj göndermenin bir yolunu buldular ve böylece elektronik posta ‘e-mail’
doğdu (Giddens, 2013: 640). Ancak internetin yaygınlaşması 1990’lı yıllarda
oldu. Önce üniversiteler daha sonra da şirketler interneti kullanmaya başladı
ve yeni teknoloji hem geniş kitlelerce çabuk tanındı hem de gelişen bilgisayar
teknolojisine paralel olarak hızla gelişim göstererek hayatın her alanına
doğrudan etki eder hale geldi.
İnternet, iletişim alanında da köklü dönüşümlere sebep
olmuş, klasik medyaya alternatif bir medyanın oluşmasını da beraberinde
getirmiştir. İnternete paralel gelişim gösteren bir diğer teknoloji de telefondur.
Dünya hızla kablolu telefon teknolojisini aşarak cep telefonu teknolojisine
geçmiş, onunla da kalınmamış kısa sürede internetin de eklemlendiği akıllı
telefonlar insanların ceplerine girmiştir. Jean François Lyotard’a göre 1950
sonrası teknoloji, dilbilim ve iletişim alanına etki etmeye başlamış ve
teknolojik dönüşümler, herhangi bir olgunun araştırılması ve bu araştırma
sonucu elde edilen bilginin aktarımı konusunda önemli dönüşümleri meydana
getirmiştir. Bunun yanı sıra özellikle bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler
farklı dilsel alanların oluşumuna yol açmıştır (Kaplan ve Ertürk, 2012: 7-8).
3.1.1. Sanal Dünyanın Dili: Emoji
Teknolojik gelişmelerin dile etkisine geçmeden önce
iletişim sürecine değinmek gerekir. Çift yönlü bir süreç olan iletişimde, bir
iletiyi aktaran bir de alan taraf vardır. Doğrudan iletişim süreci iki tarafın
da anladığı bir dil aracılığıyla gerçekleşebilir. Bir de dolaylı, yani yüz yüze
olmayan iletişim sürecinden bahsedilebilir. Burada ise sürekli farklılaşan
araçların devrede olduğunu görebiliriz. Uzunca bir dönem, mektup, bu işlevi
görürken, günümüzde, teknolojinin de gelişmesi ile çok sayıda araç insanlar
arasındaki iletişimi sağlamada kullanılmakta, telefon ise bu araçların başında
gelmektedir.
Bir iletinin üretilmesi belli bir birikimin
kullanılmasını gerektirmektedir. Bilgi birikimi ise insanlığın deneyimlerinin
ortak simgelerle kavramlara dönüştürülmesinden geçmektedir. İnsanın çevresini
algılaması, belirli biçim ve içeriklerde simgelerle tanımlaması ve yarattığı
sözcüklerden ya da simgelerden dizgeler oluşturması genel anlamda dil denen
kültürel aracı oluşturmuştur (Bektaş, 1996: 101). Yani dil, ne tek başına bir ses, ne de harf ya
da kelimedir. Saussure’e göre dil ancak bir düşünce bağlanırsa dil olur (Saussure,
2014: 35). Yan yana yazılan harfler ancak bir anlam yüklenir ve toplum
tarafından kabul görürse dilin bir parçası haline gelebilir.
Teknolojideki gelişmelerin, özellikle de bilgisayar,
cep telefonu ve internetteki gelişmelerin, insanlar arası iletişimi daha çok
sanal iletişime kaydırdığını görüyoruz. İnsanlar, yakınları ile yüz yüze
görüştüklerinden daha çok internet ortamında, çoğunlukla da telefonlarındaki
uygulamalar aracılığıyla sesli iletişim yerine karşılıklı mesajlaşarak ilişki
kurmayı tercih etmektedirler. Burada ise Lyotard’ın belirtmiş olduğu gibi
farklı bir dilsel alanın ortaya çıktığını görüyoruz.
İletişimi, zihnin bir ürünü diye düşünürüz; ancak o
bedenler yoluyla gerçekleşir: Yüzler hareket eder; sesler titrer, bedenler
sallanır; eller oynar… İnternette, zihin oradadır, ancak beden yoktur.
Karşıdakiler kişilik ve kişinin duygusal durumu hakkında pek az ipucu elde
eder; iletilerin neden gönderildiğini, ne anlama geldiğini, ne yanıt
vereceklerini ancak tahmin ederler (Giddens, 2013:193). Bu durum, ise iletişimi
eksik bırakmaktadır. Çünkü, iletişim, ya da dil sadece kelimelerden
oluşmamaktadır. Toplumsal etkileşim sayısız sözel olmayan iletişim biçimini,
yani, yüz ifadeleri, jestler, beden hareketleriyle bilgi ve anlamın değiş tokuş
edilmesini gerektirir. Çünkü bizler sürekli olarak, söz ile söylenen şeyleri
daha da açmak ya da boşa çıkarmak için böyle sözel olmayan işaretleri
kullanırız (Giddens, 2013: 169).
Jan Van Dijk dijitalleşmenin, enformasyon ve iletişim
sinyallerinin üretimini, yayılmasını ve tüketimini büyük ölçüde artırdığı
görüşünde. Dijk, McLuhan’ın elektronik çağda işlerin erken bitirileceği
dolayısıyla, hobiler için insana daha fazla zaman kalacağı yönündeki tezinin aksine
dijital çağda “hız”ın anahtar kelime haline geldiği düşüncesindedir: Hızlı bilgisayarlar, hızlı modemler, hızlı
hatlar ve hızlı programlar... Hıza duyulan önem hiç yatışmamaktadır. Bu da yeni
medyada zamanın artık önemsizleştiğine dair popüler varsayımın yanlış olduğuna
inanmak için doğru bir nedendir. Tam tersine, zamanın önemi giderek
radikalleşmektedir (Dijk, 2016: 297). Enformasyon tüketimine dikkat çeken
Van Dijk, karşılıklı gönderilen enformasyon miktarında sürekli bir artış
yaşandığını belirtmekte buna aşırı
enformasyon ve iletişim yüklemesi adını vermektedir. Dijk’e göre bu üretici
iletişim ve dil o kadar hızlı hale gelmiştir ki, örneğin bir mektup yazarken
veya bir sohbet açarken mesajın üzerinde artık oturup düşünememekteyiz. Bunun
yerine hemen telefonu elimize alıp arama, sesli mesaj, SMS veya e-posta ile
plansız yanıtlar veriyoruz. Dil de yeni medyanın etkisiyle değişmektedir. Ani
bir stile bürünmekte ve kısaltmalı jargonların sayısı da hızla artmaktadır.
Bunun son örneği, imgelerin kültürde hızla önem kazanmasıdır (Dijk, 2016:
297-298). Van Dijk, özetle sözlü-dilsel iletişim tarzının azaldığını, fotoğraf,
film ve diğer tüm görsel işaretlerden oluşan ikonik modların arttığına dikkat
çekmektedir.
Teknolojinin, dili dönüştürücü bir etkiye sahip olduğu
görülmektedir. Bunun pek çok sebebi olmakla beraber özellikle Van Dijk’in
dikkat çektiği “hız” kavramı bu dönüşümün yaşanmasında, özellikle sözsel
iletişim yerine ikonların ön plana çıkmasında etkili olmaktadır. İkonik İletişim olarak ifade
edebileceğimiz bu yöntem dijital çağda insanlara, yazılı iletişime göre, zaman
kazandırmaktadır.
Ancak ikonik
iletişim dilinin oluşmasında belki hızdan daha da önemli bir başka unsur daha
vardır ki o da duygu aktarımıdır. İletişimin
sadece konuşarak yürüyen bir süreç olmadığına, aynı zamanda jest ve mimiklerle
desteklenen bir kombinasyon olduğuna değinmiştik. İnternet çağı ile birlikte,
özellikle akıllı telefonların da devreye girmesiyle birlikte, insanlar yoğun
olarak telefon uygulamaları üzerinden mesajlaşarak iletişim kurmakta, ancak
yazılı iletişim duygu aktarımını desteklememektedir. Bir de değişik sebeplerle kelimelerin
eksik veya yanlış yazılması devreye girince mesajın yanlış anlaşılması veya hiç
anlaşılamaması gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Burada hemen devreye, her araç aynı zamanda kendi kültürünü
yaratır düşüncesinin girdiğini; insanların, hem hızlı iletişim kurabilmek
amacıyla hem de mesajlarına duygu yüklemesi yapmak için ikonları devreye
soktuğunu görüyoruz. Yani, internete bağlı dijital teknoloji aynı zamanda,
adına emoji denilen ikonik bir dil
yarattı.
İlk olarak Japonya’da kullanılmaya başlanan emoji,
elektronik mesajlaşmada, mesajın içeriğini zenginleştirmeye yarayan piktografik
bir uygulamadır. Shigetaka Kurita tarafından geliştirilmiştir (Kurita, 2016).
Kurita, The Guardian gazetesinde yer alan röportajında, emojinin, NTT DoCoMo
isimli mobil internet uygulamaları geliştiren bir firmada çalışırken, 1999
yılında, 2 yıllık bir çalışmanın ardından ortaya çıktığını anlatmıştır.
Japonya’da bir
e-posta gönderisi, 250 karakterle sınırlıydı. Bu nedenle emojinin iletişim
kurmanın hızlı ve kolay bir yolu olacağını düşünüyorduk. Artı kısa bir mesajda
yalnızca kelimeler kullanarak yanlış anlamalara neden olunabilirdi. Bu kadar az
karakterle kendini doğru bir şekilde ifade etmek zordur. Cep telefonlarından
önce, 1990’lı yılların ortalarında Japonya’da Pocket Bells adı verilen çağrı
cihazları kullanılıyordu. Bu çağrı cihazları ucuzdu ve üzerinde kalp işaretleri
olduğundan gerçekten gençler arasında popülerdi. Ardından Pocket Bell’in
üzerindeki kalp işaretinin kaldırıldığı ve iş dünyasının kullanımını amaçlayan
yeni bir versiyonu ortaya çıktı. Bu duruma gençler öyle bir tepki verdi ki,
DoCoMo’yu terk ederek, sembollerini koruyan başka bir firmayı tercih etmeye
başladılar. İşte o zaman sembollerin kesinlikle mesajlaşmanın bir parçası
olduğunu anladım. Bu, benim için ilham kaynağı oldu. Emojinin kendisine
gelince, hava tahminlerinde kullanılan işaretler ve kanji karakterlerinden
esinlenerek çizdim. İlk olarak, hava, yiyecek, içecek, duygu ve düşüncelere
benzeyen yaklaşık 200 emoji vardı. Aşk için kalp sembolü tasarladım. Şimdi
Unicode’de artık binden fazla emoji var. Orijinal emoji, siyah ve beyazdı ve 12
x 12 pikseldi. Bu nedenle çok basitti ve fazla varyasyon yoktu. Teknik
kısıtlamalar altında çalıştığımız için sevdiğimiz tasarımları yapamadık (Kurita,
2016).
Teknolojideki gelişmenin iletişim kaynaklarını hızla
dönüştürdüğünü görmekteyiz. Emojiden önce mesajın, noktalama işaretlerinden
oluşan sembollerle güçlendirilmeye çalışıldığını, bu sembollere, bölgesel de
olsa belli, kabul gören, anlamlar yüklendiği görülmektedir. Deborah Wheeler’in
İnternetin Kuveyt kültürüne etkisi üzerine yaptığı çalışmada, bu sembollere dikkat
çekilmektedir: Pek çok genç kişi bana,
karşı cinsle olan karşılaşmalarının siberuzayda olduğunu söyledi. Hatta
klavyede, öpücük için (*), dudaktan öpmek için (:*) ve utanmış bir kıkırdama
için (LOL) özel simgeler var bütün bu etkileşim ve yanıtlar ilişkiyi heyecanlı
ve bu durumda, güvenli kılıyor (Giddens, 2013: 99).
Emojilerin en önemli özelliği tüm dillerde aynı anlama
sahip olmasıdır. Dünyanın dört bir tarafından binlerce insan günlük semboller
kullandığı yazılı mesaj gönderiyor ve bu mesajları anlıyor. Çünkü bu semboller
küresel anlama sahip (Kelly, 2015: 5).
Bugün hemen hemen dünyada herkesin aşina olduğu sarı
renkli emojiler de yine Japonya’da 1999 yılında, diğer bir mobil servis
sağlayıcı tarafından çıkarıldı (Kurita, 2016). Tasarımları Japonya için
yaptıklarını ifade eden Emojinin yaratıcısı Kurita, bu işaretlerin bir gün tüm
dünyaya yayılarak popüler hale geleceğini düşünmediğini belirtmiş ve buna
şaşırdığını söylemiştir.
Emoji kullanımının yaygınlaşmasında akıllı
telefonların önemli bir rolü olmuştur. Uygulamaların bu telefonlara indirilmesi
emoji kullanımını yaygınlaştırmış ve iletişimin önemli bir unsuru haline
gelmesine katkı sağlamıştır. Kurita’ya göre, emojinin
kullanılması kişilerin kelimelerle iletişim kurma yeteneğini kaybettiğine ya da
sınırlandırdığına bir işaret olarak kabul edilemez. Daha önce anime ve manga
hakkında da aynı düşüncede olanlar vardı, ancak bu korkular asla gerçekleşmedi.
Her yaştan insan, duygularını tek bir emojinin, metinden çok daha fazla ifade
ettiğini söyleyebiliyor. Emoji, cep telefonu kullanıcıları arasında bir
ihtiyacı karşılaması nedeniyle büyüdü. Kullanımı her ne kadar karmaşık olsa da genel
mesajı iletmek için harika (Kurita, 2016).
İnsanlar, her gün akıllı telefonlar
üzerinden onlarca mesaj gönderiyor ve benzer şekilde mesaj alıyor. Bu
mesajlaşma trafiği ise genelde, yolda, işte çalışırken, belki spor yaparken
gerçekleşiyor. Yani insanlar hayatlarını sürdürdükleri bir anda birilerinden
mesaj alıyor veya birilerine mesaj gönderme ihtiyacı hissediyor. Ancak, bu
mesajlaşmada insanlar için bazen kelimeler yeterli gelmiyor veya kelimelerle
cevap verecek kadar zaman olmuyor. Böyle durumlarda emojiler devreye giriyor.
Mesela, kişi mesaj yoluyla aldığı sevindirici bir haber üzerine karşı tarafa, bu haber beni çok mutlu etti, çok sevindim,
çok teşekkür ederim şeklinde cevap yazmak yerine tek tuşla gülen bir emoji
göndermeyi tercih etmektedir. Çünkü bu şekilde hem karşı tarafa daha kısa
sürede cevap verebilmekte hem de kendi zamanını daha verimli kullanmaktadır.
Ayrıca, tek bir gülen surat, karşı tarafta çoğunlukla onlarca tuşa basılarak
yazılan bir mesajdan çok daha etkili olmaktadır. Çünkü gönderilen bir ikon
değil aslında kişinin o anki vücut dili, yüz ifadesidir.
Bu küçük ikonları kullanarak sevginizi, öfkenizi,
sempatinizi, şüphenizi ve daha pek çok duygunuzu iletmeniz mümkün. Harfleri ve
kelimeleri kullanmadan örneğin gülmekten
gözümden yaş geldi ya da uykum var
diyebiliyoruz. Bazen de kalbimiz kırıldıysa, bunu yazılı ifade etmeden kırık
kalp ikonuyla bu işi çözüyoruz. Üstelik bu ikonlar dünyanın her yerinde aynı
anlama geliyor (Güler, 2015). Nazlı Eda Noyan’a göre, emojiler insana yabancı
olmayan şekillerden oluştuğu için adaptasyon sorunu yaşanmadı. Tek başlarına
bir anlam taşımanın yanı sıra yan yana getirildiklerinde adeta cümle
kurabildiğiniz eğlenceli ifade şekilleri olmaları da buna katkı sağladı.
Sayıları gittikçe artan, çeşitlenen, farklı dijital platformlarda işler hale
getirilip yaygınlaşan emojiler, dil bariyerini ortandan kaldıran yapıları,
pratiklikleri ve eğlenceli oluşları sayesinde nesiller ve kültürler arası
dünyanın ortak dili oldu (Güler, 2015).
İnternet kullanımının ilk yıllarında, dilin kullanımıyla
ilgili eleştiriler yapılıyor, internetin, dili yozlaştırdığı görüşünü
savunanlar oluyordu. Bu eleştiriler genelde, kelimelerin kısaltılması,
harflerin yanlış yazılması veya İngilizce karakter tercihine yönelik oluyordu. Yapılan
araştırmalara göre emoji kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, dilde bu
yöndeki, eleştiriye sebep olan kullanımda azalma olduğu ortaya çıktı. Aman Tanrım anlamına gelen omg, Öptüm
yerine kullanılan xoxo, Kahkahalarla güldüm’ün karşılığı lol artık daha az kullanılan
kısaltmalardan sadece birkaçını oluşturuyor. Bu kısaltmaların kullanım oranı yarı
yarıya azalmış durumda (Fıratlı, 2015).
İlk kez Japonya’da kullanılan ve oradan da dünyaya
yayılan emojilerin standardizasyonu Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet
gösteren Unicode Konsorsiyum tarafından yapılmaktadır. Gelen emoji talepleri
burada değerlendirildikten sonra onaylanırsa listeye eklenebiliyor. Emojilerin
anlamları için internet üzerinden oluşturulmuş sözlük (The emoj dictionary”,
2016) ve ansiklopedi (ler)(“emojipedia”,2017) bulunmaktadır.
Her yıl bir kelimeyi Yılın Kelimesi seçen İngilizce Oxford sözlük, 2015 yılında bir
kelime yerine mutluluk gözyaşları emojisini
seçmişti (“Oxford yılın kelimesini seçti”, 2017). Çok sayıda emoji olmasına
rağmen dünyada en fazla kullanılan emoji gülen yüzdür
. Sonra sırasıyla gülmekten ağlamak
, aşkı simgeleyen kırmızı kalp
, ışıltılı kırmızı yanak
, onay anlamında baş parmak
, tek göz kapalı dışarıya çıkarılmış dil
, öpücük
, göz kırpma
, kafası karışık
, üç maymunu oynamak şeklindeki deyimi
simgeleyen maymun
gelmektedir (“En hızlı gelişen dil:emoji”,
2016).
SONUÇ
Dil,
insanı insan yapan en önemli özelliktir. Dil edinimine ilişkin farklı görüşler
olsa da insan, dil yetisine sahip bir varlıktır. Belki de diğer canlılardan
farklı olarak düşünen bir varlık olması aynı zamanda konuşma yetisini elde
etmesine de imkân sağladı. Ancak, dil yetisi üzerine çok sayıda farklı görüş
ileri sürülse de bilimsel bir ittifak henüz bulunmamaktadır. Her ne kadar
farklı tezler olsa da insan konuşan, dil sahibi bir varlıktır ve bu özelliği
sayesinde toplumsallaşabilmiş, önce dili yazılı hale getirmiş, elde ettiği
birikim üzerinde ilerleyerek yazdıklarını çoğaltabilecek matbaayı geliştirmiş
ve devamındaki süreçte ise elektronik çağa girmiştir.
Elektronik
çağ, aynı zamanda insanlar arası iletişimin patladığı bir çağ olmuştur.
Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeye, internet eklenmiş, akıllı telefonların
gelişimiyle de adeta uzaklar yakın hale gelmiş, insan dünyanın her yerinden her
an bilgi alabilir, bir yakınıyla anında iletişime geçebilir hale gelmiştir.
Yeni
teknolojiler, aynı zamanda kendi kültürünü de oluşturmaktadır. İnternet teknolojisiyle
birlikte ikonik iletişim
diyebileceğimiz yeni bir iletişim dilinin oluştuğu da görülmektedir. Emoji adı
verilen ikonlar aracılığıyla sağlanan bu yeni iletişim unsurları, her geçen gün
daha da yaygınlaşmakta, insanlara hem hız sağlamakta hem de kelimelerin
taşımada eksik kaldığı dilin jest ve mimik yönünü tamamlamakta, iletişimde
duygu aktarımını gerçekleştirmektedir.
İkonik iletişimin
en önemli özelliklerinden biri ise anlam yüklemesinin, bölgesel değil, küresel
olmasıdır. Yani aynı dili konuşmayan insanlar da emojileri yan yana getirerek
basit cümleler kurabilmekte, bu ikonlar aracılığıyla iletişime geçebilmekte, en
azından birbirleriyle duygu paylaşımında bulunabilmektedirler.
Emoji
standardizasyonu, ABD’de faaliyet gösteren Unicode Konsorsiyum tarafından
yapılmakta ve emoji talepleri bu kuruluş tarafından değerlendirilmektedir. Yeni
ikonların kabulüyle emojiye dayalı ikonik
iletişimin her geçen gün alternatif bir iletişim kanalı olarak yükseldiği
görülmektedir.
KAYNAKÇA
Altuntaş, H. ve Şahin, M. (2011), Kur’an-ı Kerim Meali, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Yenigün Matbaacılık
Bektaş, A. (1996), Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, İstanbul: Bağlam Yayıncılık
Chomsky, N. (2014), Dilin Mimarisi, Çev: İsa Kerem Bayırlı, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınları
De Saussure, F. (2014), Genel Dilbilim Yazıları, Çev: Savaş Kılıç, İstanbul: İthaki
Dijk, J. V. (2016), Ağ Toplumu, Çev: Özlem
Sakin, İstanbul: Kafka Yayınları
Giddens, A.(2013) Sosyoloji,
Yay. Haz. Cemal Güzel, İstanbul: Kırmızı Yayınları
Gülsoy, D. (2005), Kadife Karanlık, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar, İstanbul:
Su Yayınevi
Kandemir, M.Y., Zavalsız, H. ve Şimşek, Ü. (2013), Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an-ı
Kerim Meali, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları
McLuhan, M. ve R. Powers B. (2001), Global Köy, Çeviren: Bahar Öcal
Düzgören, İstanbul: Scala Yayıncılık
Picq, P. (2016), Dilin
En Güzel Tarihi, Çev: Sema Rifat, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları
Ülgen, H. Z. (2014), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: İş Bankası Kültür
Yayınları
Makale
ve Diğer Kaynaklar
Altun, F. (2006), M.McLuhan
ve J. Baudrillard’ın Medya Kuramlarının Karşılaştırmalı Çözümlemesi, İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi
Alver, F. (2006), Medya
Yetkinliğinin Kuramsal Temelleri, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi
Araştırma Dergisi, 7, 9-26
Aydan, H. ve Ulutaş, İ. (2010), Dilin Kökeni: Kur’an-ı Kerim ve Diğer Kutsal Kitaplara Göre Dil Olgusu,
Turkish Studies-International Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, 5-4
Aysever, R. L. (2003), Dil Felsefesinin Geleceğine Bir Bakış, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi C:20, 2, 127-140
Demir, R., Mukaddime Eseri Çerçevesinde İbn-i
Haldun’un Dil Teorisi, Usul Dergisi,
21 Aralık 2016 tarihinde http://www.usuldergisi.com/img/_1346242152013_.pdf
erişildi.
…. En Hızlı Gelişen Dil: Emoji,
(2015, 10 Mayıs), Dijital Hayat Tv, 23 Ekim 2016 tarihinde http://dijitalhayat.tv/dijital-dunya/dijital-kultur/en-hizli-gelisen-dil-emoji
erişildi.
Fıratlı, M. (2015, 6 Mayıs), Konuşuyoruz Ama Nece Konuşuyoruz, Sabah gazetesi, 22 Ekim 2016 tarihinde http://www.sabah.com.tr/cumartesi/2015/06/06/konusuyoruz-ama-nece-konusuyoruz
erişildi.
Güler,
E. (2015, 16 Eylül), Dijital Dünyanın
Yeni Dili: Emoji, Para Dergisi, 19 Ocak 2017 tarihinde http://www.sabah.com.tr/teknoloji/2015/09/16/dijital-dunyanin-yeni-dili-emoji,
erişildi
Kaplan, K. ve Ertürk, E. (2012), Dijital Çağ ve Bireyin İdeolojik Aygıtları, The Turkish Online
Journal of Design, Art and Communication, 2-4. 21 Aralık 2016 tarihinde http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tojdac/article/view/5000047111/5000044404
erişildi
Kurita,
S. (2016, 27 Ekim), The inventor of emoji on his famous creations, The Guardian, 13
Ocak 2017 tarihinde https://www.theguardian.com/technology/2016/oct/27/emoji-inventor-shigetaka-kurita-moma-new-york-text
erişildi.
Okumuş, E. (2014, 13-15 Ekim), Medine’den Medeniyete, Farabi’de
Sosyoloji Öncesi Sosyoloji, Medeniyet Düşünürü Farabi Uluslararası
Sempozyumu, Eskişehir
….. Oxford Yılın Kelimesini Seçti (2015, 17 Kasım) 22 Ekim 2016
tarihinde http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/yilin-kelimesi-bir-emoji-429535
erişildi.
Online casinos that accept players from US - Online Casinos
YanıtlaSilUSA Casinos with Real Money Online 더킹카지노 가입 Casino Games — Online casino sites that 제왕 카지노 accept players from the US · dafabet 1. Red Dog, 온라인 카지노 Casino 카지노 Planet,