reklam

31 Ağustos 2017 Perşembe

Dil Üretim Süreci, Dijital Çağ ve İkonik İletişim: Emoji Örneği


Dil, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurdur. Diğer canlılar kendilerine özgü sesler çıkarsa ve aralarında iletişim kursalar da bu seslerin bir dil olduğunu söyleyemeyiz. İnsan, dil yetisi sayesinde bir birikim oluşturabilmiş ve diğer canlıları da bu birikim sayesinde kontrol altına alabilmiştir. Peki dil nedir ve nasıl oluşmuştur? İnsanoğlu, tarihi süreç içerisinde bu soruya cevap aramış ve farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

Bu çalışmada, dil üretim sürecine ilişkin ortaya atılan görüşlere değinilerek teknolojik gelişimin dil üretim sürecinde yaptığı dönüşüm ele alınmıştır. Özellikle, bilgisayar ve internet kullanımının yaygınlaşması, iletişim olanaklarını artırmış, yazılı iletişime ek, ikonlar üzerinden yeni bir dil oluşturmuştur. Emoji adı verilen, ikonlardan oluşan ve iletişimi güçlendiren bu yeni dilde binin üzerinde gösterge kullanılıyor ve bu göstergeler hangi dilde olursa olsun aynı anlamı ifade ediyor. 

1.  GİRİŞ
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsur, “dil”dir. Konuşabilen bir varlık olması, insana toplumsal düzen kurma imkânı tanımış ve insan bu özelliğiyle de hem diğer canlılar üzerinde hem de doğa üzerinde, kısmi de olsa, hâkimiyet kurabilmiştir.
Tarihi süreç içerisinde, “dil” olgusu üzerine hep kafa yorulmuş, dilin, doğuşu, farklılaşması, gelişimi üzerine çalışmalar yapılmıştır. Bu alandaki görüşün ana hatlarıyla ikiye ayrıldığı görülmektedir. Bunlardan biri teolojik (dini), diğeri ise bilimsel yaklaşımdır. Ancak her iki yaklaşımda da çok sayıda farklı görüş bulunmaktadır.
Kutsal kitaplar; Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de “dil”e değinilmekle birlikte nasıl ortaya çıktığına dair ayrıntı bulunmamaktadır. Dil’e ilişkin en geniş bilgi Tevrat’ta yer almaktadır: “Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan yaptı; ve onlara ne ad koyacağını görmek için adama (Adem) getirdi; ve adam her birinin adını ne koydu ise, canlı mahlukun adı o oldu. Ve adam bütün sığırlara ve göklerin kuşlarına ve kır hayvanına ad koydu...”(Aydın ve Ulutaş, 2010: 686).
İncil’de de kelam üzerinde durulur. Yuhanna’nın ilk ayetlerinde şöyle denir: “Başlangıçta Kelam vardı; Kelam Allah‟ta idi ve Kelam Allah idi. Başlangıçta o Allah‟ta idi. Her Şey onun vasıtasıyla var oldu ve var olan hiçbir şey onsuz olmadı”(Aydan ve Ulutaş: 2010: 686). Yuhanna’nın başka bir yerinde de İsa’nın söylediği sözlerin (kelam) “ruh” olduğundan bahsedilir (Aydan ve Ulutaş: 2010: 686). Buralarda geçen “kelam” farklı şekillerde yorumlansa da, “söz”le, yani dil ile de ilişkisi kurulabilir. İlk insanın konuşmayı nasıl öğrendiği, varlıklara nasıl isim koyduğu hususuna gelince, bu konuda Hıristiyan ilahiyatçılar da Tevrat’ta verilen bilgileri esas almaktadırlar. Çünkü onların kutsal kitap koleksiyonu arasında, Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat da vardır. Başka bir ifadeyle onlar, Ahd-i Cedid dedikleri İncil yanında, Ahd-i Kadim dedikleri Tevrat’a da kutsal kitap olarak inanıp, ikisini birden Kitab-ı Mukaddes diye kabul etmektedirler. Dolayısıyla Ahd-i Kadim’deki bilgiler onları da bağlar (Aydan ve Ulutaş: 2010: 687).
Tevrat ve İncil’de olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de özellikle yaratılışa ilişkin çok sayıda ayet vardır. Maide Suresi’nin 18’inci ayetinde, “Siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz” (Altuntaş ve Şahin: 2011: 121). Araf Suresi, 11’inci ayette, “Andolsun sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, Adem için saygı ile eğilin dedik…”(Altuntaş ve Şahin: 2011: 165). Hicr Suresi’nin 26’ıncı ayetinde “Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık” (Altuntaş ve Şahin: 2011: 165). Taha Suresi’nin 55’inci ayetinde, “Ey insanlar! Sizi topraktan yarattık, ölümünüzle sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız” (Altuntaş ve Şahin: 2011: 343) denilmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de dile ilişkin fazla bir detay yoktur. Sadece, “Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da yine O’nun ayetlerindendir” şekliyle Rum Suresi’nin 22’inci ayetinde “dil” ifadesi yer almaktadır.
Tevrat’ta insanların tek bir dil konuşurken, dillerinin ilahi bir iradeyle bozulduğuna değinilmekte ve şöyle denilmektedir: “Ve âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rab dedi: İşte bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var ve yapmaya başladıkları şey budur ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü Rab, bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı” (Aydan ve Ulutaş: 2011: 693-694). İnsanoğlunun öğrenmesine ilişkin Kur’an-ı Kerim’de de Tevrat’a benzer bir ifade yer almaktadır. Bakara Suresi’nin 31’inci ayetinde “Allah Adem’e her şeyin ismini öğretti”(Kandemir, Zavalsız ve Şimşek, 2013: 22) denilmektedir.
Görüldüğü üzere 3 dinin kutsal kitabında dil edinimine ilişkin, çok da detay bulunmamaktadır. Ancak teologların, bunun üzerine çok kafa yordukları da açıktır ve pek çok görüş ortaya atılmıştır. Kimisi, insana dil yetisinin doğuştan verildiği görüşünü savunmakta, kimisi Adem’in kendisine ilahi kudretle bahşedilen dil yetisiyle isimleri verdiği ve dilin bu şekilde doğduğunu ve daha sonra insanların dünyada dağılmasıyla dilin de farklılaştığını, bazıları ise Adem’e bazı şeylerin isimlerinin öğretildiği sonrasında O’nun bunu geliştirdiği görüşünü savunmaktadır.
2.  Bilimsel Yaklaşım
Dil edinimine ilişkin teolojik görüşün dışında da çok sayıda görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı din temelli yaklaşımı reddetmekte, insanın evrim sonucu günümüze ulaştığı, bu yolculukta diğer canlılardan farklı olarak konuşma yetisi kazandığı temel tezini savunmaktadır. Ancak kendi içinde bu yolculuğun şekli ve dil edinim sürecine ilişkin pek çok farklı yaklaşımın da var olduğu görülmektedir. Mesela bu görüşün savunucularından Fransız Paleantropolog Pascal Picq, “Maymundan geldiğimizi güçlükle kabul ettiğimizden beri, insanı hayvanlık durumundan kurtaran şeyi ayırt edinceye kadar didinip durduk. Dil insanoğlunun son sınırıdır”(Pinq, 2016: 4) demektedir. Maymunlara dil öğretimine ilişkin pek çok çalışmanın başarısızlıkla sonuçlandığını belirten Picq’e göre bunun sebebi “Şempanzelerin gırtlağının sözcük söyleyemeyecek kadar yukarıda olması”(Pinq, 2016: 19) dır.
Dil, filozofların da geçmişten günümüze ilgisini çekmiş ve bu yönüyle felsefenin konusu olmuştur. Dil felsefesi yeni bir disiplindir ama dil felsefesi soruları her felsefe sorusu gibi Eskiçağ’dan beri şu ya da bu biçimde sorulup yanıtları aranan sorulardır. Birkaç örnek vermek gerekirse, Platon Kratylos'ta adlar ile onların adlandırdıkları şeyler arasındaki ilişkinin doğal mı yoksa uylaşımsal mı olduğunu tartışır. Aristoteles, De Interpretatione'de seslendirdiğimiz adların zihinde olanların, yazdığımız adlarınsa seslendirdiğimiz adların uylaşımsal simgesi olduklarını belirtir. Ortaçağ boyunca sözcüklerin kavram ve nesnelerle olan ilişkisi sorgulanır. 17. ve 18. yüzyıllarda zihnin yapısı üzerine yazılan kitapların bir bölümü "Sözcükler Üzerine"dir. Ancak bütün bunlar bilginin yapısı ve kaynağı konusunda sorulan sorulara yanıt verilmeye çalışılırken dil ve anlam konusunda ortaya atılan birtakım ikincil görüşlerdir (Aysever, 2003: 130).
Dil oluşumuna ilişkin pek çok tez ortaya atılmış olmasına rağmen bunlardan dualist yaklaşımın daha fazla kabul gördüğü dikkat çekmektedir. 14. yüzyılda yaşamış İslam düşünürlerinden İbn-i Haldûn, dilin mahiyeti konusundaki düşüncelerini “bil-kuvve mevcûd ve bil-fiil mevcûd” diye bilinen düalist yaklaşım üzerine yapılandırmıştır. Ona göre dil hususunda insanın doğuştan getirdiği konuşabilme kabiliyeti dilin bil-kuvve tarafını; bu konuşma kabiliyetinin herhangi bir toplumsal çevrede ortaya çıkması ise bil-fiil yönünü oluşturmaktadır (Demir) Modern dil bilimcilerin pek çoğunun da benzer bir yaklaşım sergiledikleri görülmektedir.
Ferdinand De Saussure, dil üzerine en kapsamlı çalışmaları yapan dil bilimcilerden biridir. O da İbn-i Haldun gibi dil yetisinin doğuştan geldiğini düşünerek langage, langue ve parole kavramları üzerinde durmuştur. Saussure’e göre langage, insanın konuşma yetisini, langue düşünceyi, parol ise eylemi ifade etmektedir. Dil yetisi bir olgudur; insanda bulunan bir yetinin işletilmesi, icrasıdır. Dil, bu olgunun bir bireyler topluluğunda ve belli bir çağda aldığı uyarlı biçimlerin tümüdür (Saussure, 2014: 133).
Dilin dönüşümsel olduğu görüşünde olan Saussure, bu düşüncesine zamansal ve mekânsal açıklama getirmektedir.  Saussure’e göre, dil zaman içinde ve aynı zamanda mekân içinde farklılaşır. İki farklı tarih kesitinden alınmış bir dil kendisiyle özdeş değildir. Konuşulduğu ülkenin az çok uzak iki noktasından alınmış bir dil de kendisiyle özdeş değildir (Saussure, 2014: 153). Dilin hareketi kavramını kullanan Saussure, söz konusu hareketin dilin tarihi içindeki birliği ilkesiyle hiçbir zaman çatışma içinde olmayan en can alıcı hareket olduğunu söylemektedir. Dildeki dönüşümün her zaman ve hep var olduğu düşüncesinde olan Saussure, yeni bir dilsel varlığın üretiminin olmadığı tezini savunmakta ve “ana dil, kız dil yoktur” (Saussure, 2014: 159) demektedir.
Çağdaş dil bilimcilerden Noam Chomsky ayrılan noktalar olsa da Saussure benzer yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Üretici Dil Bilim Kuramı’ geliştiren Chomsky, dile, yetkinlik (Competence) ve uygulama (performance) olmak üzere iki aşamalı bir yaklaşım getirmiştir. Yetkinlik; konuşan ve dinleyenin sonsuz sayıda tümce üretim anlamasını sağlayan düzenek ya da kurallar dizge, kısaca onun diline ilişkin bilgisidir. Uygulama ise, yetkinlik denilen dilsel yeteneğin somut nitelikli konuşma eyleminde gerçekleştirilmesi olmaktadır (Gülsoy, 2005: 155-156). Yetkinlik, dil bilgisiyle ilgilidir ve Saussure’ün langue kavramına; performans ise, dilin gerçekleştirilmesiyle ilgilidir ve parole kavramına uygundur (Alver, 12).
Üretici dilbilsini ses ve anlam olarak tanımlayan Chomsky, bunu şu şekilde açmaktadır: Bir tür ses ifadeleri ve bir tür anlam ifadeleri vardır. Bu varsayım binlerce yıl öncesine dayanır; şimdi biz bunu daha açık hale getirmeliyiz. Ses ifadelerine duyu-motor sistemleriyle erişilir ve anlam ifadeleri (bunun ne anlama geldiğini açıklamamız gerek) dünya hakkında konuşmak, soru sormak, fikir ve duyuları ifade etmek için bilgi ve ifadeleri kullanır. Anlam ifadelerine erişebilen sistemlere ‘kavram-niyet’ sistemleri denir (Chomsky, 2014: 22-23).
3.  Dil Üretim Süreci
Her ne kadar dil yetisi insana özgü bir durum olsa da dilin kendisi toplumsaldır. İbn-i Haldun, düşüncesinin hareket noktasına insanın toplumsal bir varlık oluşunu koymaktadır. Saussure’e göre de dilin var olma şartı toplumsal oluşudur. Dilin bireyin zihnine kendini kabul ettirebilmesi için önce topluluğun onayını alması gerekir (Saussure, 2014: 292). Saussure; “Nasıl oluyor da bugün Jules Cesar’ın konuştuğu Latince’yi konuşmuyoruz, nasıl oluyor da Jules Cesar ilk atalarının konuştuğu Hint-Avrupa dilini konuşmuyordu?”(Saussure, 2014: 158) diye sorarak dilin tarihsellik ve coğrafiliğine vurgu yapmaktadır. Dil zaman içinde ve aynı zamanda farklı mekânda farklılaşır. İki farklı tarih kesitinden alınmış bir dil kendisiyle özdeş değildir. Konuşulduğu ülkenin az çok uzak iki noktasından alınmış bir dil de kendisiyle özdeş değildir (Saussure, 2014: 153). Peki dil niçin değişmektedir, Saussure’un Cesar örneğinde olduğu gibi nesiller atalarının dilini neden anlayamıyor? Bu soruların cevabını İslam düşünürlerinden Farabi X. yüzyılda vermiş; toplumda sosyal şartlara ve yeni ihtiyaçlara göre dilde yeniliklerin olduğunu, sözcüklerin arttığını, yeni sözcüklerin toplumsal uzlaşmanın ardından dile eklemlendiği görüşünü savunmuştur (Okumuş, 2014: 162).
Toplumsal ihtiyaçlar, yeni buluşları ortaya çıkarmakta, insanlar bu buluşlara isim vermekte ve verilen bu isimler, toplumsal kabul gördükçe dile eklemlenmektedir. Belli kelimelerin, zamanla eşanlamlılarının üretildiğini ve ilk kelimenin yerini bazen, zamanla yeni kelimeye bıraktığını da görmekteyiz. Mesela Türkçe’de; kara, gök, al ve ak gibi renk isimlerinin yerine siyah, mavi, kırmızı ve beyaz gibi isimler kullanılmaya başlandı, ilk isimlerin zamanla kullanım değeri azaldı, belki de kullanılırlıkları sadece ak akçe kara gün içindir gibi deyimlerle zorunlu tercihle sınırlı hale geldi. Ferdinand De Saussure, bu durumu zaman içinde dilin hareketi dediği, dönüşümsellik ilkesi ile açıklamıştır. Saussure’e göre dil, sürekliliğe ve değişebilirliğe sahiptir, kaza ve şiddet ya da önemli, üstün dış bir güç olmazsa süresiz olarak yuvarlanıp gider (Saussure, 2014: 159). Saussure’un kastettiği, dili konuşan toplumun yok edilmesi, zorla asimile edilmesi ya da baskın kültürün alt kültürü herhangi bir fiziki baskı olmaksızın kendi içinde eritmesidir.
Bununla birlikte, devlet politikası olarak dile müdahalelerin olduğu da görülmektedir. Osmanlı Devleti zamanında saray dili olarak Osmanlıcanın inşa edilmeye çalışılması, bir bürokratın Osmanlıca bilme zorunluluğunun olması ya da Cumhuriyet döneminde girişilen dil reformları buna örnek olarak verilebilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yabancı kökenli kelimeler yerine, Türkçe dil yapısına uygun kelimeler üreten komisyonlar kurulmuş ve bu komisyonlar çok sayıda yeni kelimeyi yabancı kökenli kelimelere ikame olarak önermişti. Bunlardan, uray (belediye), özgenlik (hürriyet), işyar (sivil hizmet) kelimeleri beğenilmedi. Konu (mevzu), sonuç (netice), görev (vazife), çoğunluk (ekseriyet), ilgi (alaka), önem (ehemmiyet), alan (saha), kelimeleri kullanıldı. Belirtmek (tebarüz ettirmek), başarı (muvaffakiyet), dilekçe (arzuhal) vb. kelimeleri tam tutundu (Ülgen, 2014: 689). Dolayısıyla Türkçe’de, son yüz yıllık dönemde bile ciddi oranda bir değişim yaşandığını görmekteyiz.
Dildeki dönüşüme etki eden en önemli faktörlerin başında özellikle 19. yüzyıldan itibaren daha da hızlanan teknolojik yeniliklerin geldiğini belirtmek gerekir. 20. yüzyılın önemli iletişim bilimcilerinden Marshall McLuhan, teknolojinin toplumsal dönüştürücü gücü üzerinde durmuş, araç mesajdır önermesinde bulunarak aracın mesajdan önemli olduğunu savunmuştur. McLuhan’a göre, tekerlek, ayağın; kitap, gözün; elbise, derinin; elektrik devresi, merkezi sinir sisteminin bir uzantısıdır. Araçlar, bütün medya bir arada hareket ettiklerinde bilinçliliğimizi, ruhsal anlamda tümüyle yeni evreler yaratacak ölçüde değiştirebilirler (McLuhan ve Powers, 2001: 144). Teknolojilerimizi biz şekillendiririz ve onlar sırası geldiğinde bizi şekillendirir (Altun, 2006: 215). Teknolojik yenilikler toplumsal yapıyı altüst eder, yeni yapılar inşa ederler. Teknolojiler önce çevre-karşıtı olarak gündeme gelir, daha sonra kendileri çevre haline gelirler (Altun, 2006: 216). İnsanların gündelik yaşam örüntülerini, temel davranış kodlarını, algılama tarzlarını ve düşüncelerini dolaysız bir şekilde biçimlendiren bu çevre, balık için su ne anlam ifade ediyorsa, içerisinde yaşayan insanlar için de aynı şeyi ifade eder (Altun, 2006: 216).
McLuhan’ın bu önermelerinden hareketle teknolojik yenilikler toplumsal organizasyonlara etki etmektedir. 19. yüzyılda hammaddeye, üterime ve dağıtıma uygun hale getirilmiş, coğrafi olarak bir tür bağ dokusu gibi etkinlik gösteren demiryolu boyunca uzanan dikine bir toplum organizasyon vardı, kentler ve kasabalar demiryolu boyunca oluşuyordu. Buna karşılık enformasyon çağında, yatay bağlantılı bir gelişme olacak (McLuhan ve Powers, 2001: 148).
Çevrede, döngüsel olarak sürekli devam eden bu değişim, zorunlu olarak insana dolayısıyla topluma da etki etmekte, insana ait olan her şey de bundan payını almaktadır. Bu değişimde özellikle kitle iletişim araçlarındaki yenilikler belirleyici olmakta, kültürler arası etkileşimi hızlandırmaktadır.  
3.1.          Dijital Çağ ve Dile Etkisi
İnsanlık tarihi belli dönemlere ayrılarak ele alınmakta, bu dönemlerin belirlenmesinde ise tarihin akışına etki eden buluş veya olaylar ana unsur olarak kabul edilmektedir. Ateşin kullanılması, yazının bulunuşu, toplumsal hayata etkisi açısından Fransız İhtilalı bunlar arasında sayılabilir. Ancak çağların belirlenmesinde kesin bir ittifak olduğunu söylemek güçtür. Kanadalı İletişim Bilimcisi Marshall McLuhan diğer yaklaşımların biraz dışında bir tanımlama getirerek tarihi; Kabile Çağı, Edebiyat Çağı, Basım Çağı ve Elektronik Çağı olmak üzere dört döneme ayırmıştır. McLuhan’a göre, yazının kullanılmasıyla Kabile Çağı sona ererek Edebiyat Çağı’na girilmiş ve bu dönem matbaanın icadına kadar sürmüştür. McLuhan, Gutenberg’in matbaayı icadıyla Tipografik Çağ’a (Basım Çağı) geçildiğini, telgrafın icadıyla da Elektronik Çağ’a ulaşıldığını savunur (Altay, 2005: 20).
19. yüzyılla birlikte, geneli etkileyen olay ve buluş sayısında yaşanan artış çağ isimlendirmesinde parçalılığı daha da artırmıştır. Bu dönem için enformasyon çağı, bilişim çağı, teknoloji çağı, dijital çağ gibi farklı tanımlamalar getirilmektedir. Ancak, bu isimlendirmelerin, daha çok modern ya da post modern ana başlıklarının alt başlıkları olarak ele alındıkları da görülmektedir. Her nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, çok yoğun bir teknolojik üretim çağının içinde olduğumuz bir gerçek ve bu üretim doğrudan insan hayatına, dolayısıyla toplumsal hayata etki etmektedir. Son dönemin tartışmasız en büyük iki yeniliği bilgisayar ve internettir. İnternet, 1989’dan önceki Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkmıştır. ‘Ağ’ ilk kez Amerikan Askeri Karargahı Pentagon’da 1969’da başlamıştır. Pentagon’un İleri Araştırma Proje Dairesi’nin baş harflerinden ötürü (Advanced Research Prajects Agency) başlarda ARPA net olarak adlandırılmıştı ve amacı sınırlıydı. ARPA, Amerika’nın farklı bölgelerinde çalışan askeri sözleşmeli bilginlerin kaynaklarını bir havuzda toplamak ve kullandıkları pahalı ekipmanı paylaşmalarını sağlamak çabasındaydı. Akıllarına sonradan gelen bir düşünceyle mucitleri, mesaj göndermenin bir yolunu buldular ve böylece elektronik posta ‘e-mail’ doğdu (Giddens, 2013: 640). Ancak internetin yaygınlaşması 1990’lı yıllarda oldu. Önce üniversiteler daha sonra da şirketler interneti kullanmaya başladı ve yeni teknoloji hem geniş kitlelerce çabuk tanındı hem de gelişen bilgisayar teknolojisine paralel olarak hızla gelişim göstererek hayatın her alanına doğrudan etki eder hale geldi.
İnternet, iletişim alanında da köklü dönüşümlere sebep olmuş, klasik medyaya alternatif bir medyanın oluşmasını da beraberinde getirmiştir. İnternete paralel gelişim gösteren bir diğer teknoloji de telefondur. Dünya hızla kablolu telefon teknolojisini aşarak cep telefonu teknolojisine geçmiş, onunla da kalınmamış kısa sürede internetin de eklemlendiği akıllı telefonlar insanların ceplerine girmiştir. Jean François Lyotard’a göre 1950 sonrası teknoloji, dilbilim ve iletişim alanına etki etmeye başlamış ve teknolojik dönüşümler, herhangi bir olgunun araştırılması ve bu araştırma sonucu elde edilen bilginin aktarımı konusunda önemli dönüşümleri meydana getirmiştir. Bunun yanı sıra özellikle bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler farklı dilsel alanların oluşumuna yol açmıştır (Kaplan ve Ertürk, 2012: 7-8).
3.1.1.  Sanal Dünyanın Dili: Emoji
Teknolojik gelişmelerin dile etkisine geçmeden önce iletişim sürecine değinmek gerekir. Çift yönlü bir süreç olan iletişimde, bir iletiyi aktaran bir de alan taraf vardır. Doğrudan iletişim süreci iki tarafın da anladığı bir dil aracılığıyla gerçekleşebilir. Bir de dolaylı, yani yüz yüze olmayan iletişim sürecinden bahsedilebilir. Burada ise sürekli farklılaşan araçların devrede olduğunu görebiliriz. Uzunca bir dönem, mektup, bu işlevi görürken, günümüzde, teknolojinin de gelişmesi ile çok sayıda araç insanlar arasındaki iletişimi sağlamada kullanılmakta, telefon ise bu araçların başında gelmektedir.
Bir iletinin üretilmesi belli bir birikimin kullanılmasını gerektirmektedir. Bilgi birikimi ise insanlığın deneyimlerinin ortak simgelerle kavramlara dönüştürülmesinden geçmektedir. İnsanın çevresini algılaması, belirli biçim ve içeriklerde simgelerle tanımlaması ve yarattığı sözcüklerden ya da simgelerden dizgeler oluşturması genel anlamda dil denen kültürel aracı oluşturmuştur (Bektaş, 1996: 101).  Yani dil, ne tek başına bir ses, ne de harf ya da kelimedir. Saussure’e göre dil ancak bir düşünce bağlanırsa dil olur (Saussure, 2014: 35). Yan yana yazılan harfler ancak bir anlam yüklenir ve toplum tarafından kabul görürse dilin bir parçası haline gelebilir.
Teknolojideki gelişmelerin, özellikle de bilgisayar, cep telefonu ve internetteki gelişmelerin, insanlar arası iletişimi daha çok sanal iletişime kaydırdığını görüyoruz. İnsanlar, yakınları ile yüz yüze görüştüklerinden daha çok internet ortamında, çoğunlukla da telefonlarındaki uygulamalar aracılığıyla sesli iletişim yerine karşılıklı mesajlaşarak ilişki kurmayı tercih etmektedirler. Burada ise Lyotard’ın belirtmiş olduğu gibi farklı bir dilsel alanın ortaya çıktığını görüyoruz.
İletişimi, zihnin bir ürünü diye düşünürüz; ancak o bedenler yoluyla gerçekleşir: Yüzler hareket eder; sesler titrer, bedenler sallanır; eller oynar… İnternette, zihin oradadır, ancak beden yoktur. Karşıdakiler kişilik ve kişinin duygusal durumu hakkında pek az ipucu elde eder; iletilerin neden gönderildiğini, ne anlama geldiğini, ne yanıt vereceklerini ancak tahmin ederler (Giddens, 2013:193). Bu durum, ise iletişimi eksik bırakmaktadır. Çünkü, iletişim, ya da dil sadece kelimelerden oluşmamaktadır. Toplumsal etkileşim sayısız sözel olmayan iletişim biçimini, yani, yüz ifadeleri, jestler, beden hareketleriyle bilgi ve anlamın değiş tokuş edilmesini gerektirir. Çünkü bizler sürekli olarak, söz ile söylenen şeyleri daha da açmak ya da boşa çıkarmak için böyle sözel olmayan işaretleri kullanırız (Giddens, 2013: 169).
Jan Van Dijk dijitalleşmenin, enformasyon ve iletişim sinyallerinin üretimini, yayılmasını ve tüketimini büyük ölçüde artırdığı görüşünde. Dijk, McLuhan’ın elektronik çağda işlerin erken bitirileceği dolayısıyla, hobiler için insana daha fazla zaman kalacağı yönündeki tezinin aksine dijital çağda “hız”ın anahtar kelime haline geldiği düşüncesindedir: Hızlı bilgisayarlar, hızlı modemler, hızlı hatlar ve hızlı programlar... Hıza duyulan önem hiç yatışmamaktadır. Bu da yeni medyada zamanın artık önemsizleştiğine dair popüler varsayımın yanlış olduğuna inanmak için doğru bir nedendir. Tam tersine, zamanın önemi giderek radikalleşmektedir (Dijk, 2016: 297). Enformasyon tüketimine dikkat çeken Van Dijk, karşılıklı gönderilen enformasyon miktarında sürekli bir artış yaşandığını belirtmekte buna aşırı enformasyon ve iletişim yüklemesi adını vermektedir. Dijk’e göre bu üretici iletişim ve dil o kadar hızlı hale gelmiştir ki, örneğin bir mektup yazarken veya bir sohbet açarken mesajın üzerinde artık oturup düşünememekteyiz. Bunun yerine hemen telefonu elimize alıp arama, sesli mesaj, SMS veya e-posta ile plansız yanıtlar veriyoruz. Dil de yeni medyanın etkisiyle değişmektedir. Ani bir stile bürünmekte ve kısaltmalı jargonların sayısı da hızla artmaktadır. Bunun son örneği, imgelerin kültürde hızla önem kazanmasıdır (Dijk, 2016: 297-298). Van Dijk, özetle sözlü-dilsel iletişim tarzının azaldığını, fotoğraf, film ve diğer tüm görsel işaretlerden oluşan ikonik modların arttığına dikkat çekmektedir.
Teknolojinin, dili dönüştürücü bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bunun pek çok sebebi olmakla beraber özellikle Van Dijk’in dikkat çektiği “hız” kavramı bu dönüşümün yaşanmasında, özellikle sözsel iletişim yerine ikonların ön plana çıkmasında etkili olmaktadır. İkonik İletişim olarak ifade edebileceğimiz bu yöntem dijital çağda insanlara, yazılı iletişime göre, zaman kazandırmaktadır.
Ancak ikonik iletişim dilinin oluşmasında belki hızdan daha da önemli bir başka unsur daha vardır ki o da duygu aktarımıdır. İletişimin sadece konuşarak yürüyen bir süreç olmadığına, aynı zamanda jest ve mimiklerle desteklenen bir kombinasyon olduğuna değinmiştik. İnternet çağı ile birlikte, özellikle akıllı telefonların da devreye girmesiyle birlikte, insanlar yoğun olarak telefon uygulamaları üzerinden mesajlaşarak iletişim kurmakta, ancak yazılı iletişim duygu aktarımını desteklememektedir. Bir de değişik sebeplerle kelimelerin eksik veya yanlış yazılması devreye girince mesajın yanlış anlaşılması veya hiç anlaşılamaması gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Burada hemen devreye, her araç aynı zamanda kendi kültürünü yaratır düşüncesinin girdiğini; insanların, hem hızlı iletişim kurabilmek amacıyla hem de mesajlarına duygu yüklemesi yapmak için ikonları devreye soktuğunu görüyoruz. Yani, internete bağlı dijital teknoloji aynı zamanda, adına emoji denilen ikonik bir dil yarattı.
İlk olarak Japonya’da kullanılmaya başlanan emoji, elektronik mesajlaşmada, mesajın içeriğini zenginleştirmeye yarayan piktografik bir uygulamadır. Shigetaka Kurita tarafından geliştirilmiştir (Kurita, 2016). Kurita, The Guardian gazetesinde yer alan röportajında, emojinin, NTT DoCoMo isimli mobil internet uygulamaları geliştiren bir firmada çalışırken, 1999 yılında, 2 yıllık bir çalışmanın ardından ortaya çıktığını anlatmıştır.
Japonya’da bir e-posta gönderisi, 250 karakterle sınırlıydı. Bu nedenle emojinin iletişim kurmanın hızlı ve kolay bir yolu olacağını düşünüyorduk. Artı kısa bir mesajda yalnızca kelimeler kullanarak yanlış anlamalara neden olunabilirdi. Bu kadar az karakterle kendini doğru bir şekilde ifade etmek zordur. Cep telefonlarından önce, 1990’lı yılların ortalarında Japonya’da Pocket Bells adı verilen çağrı cihazları kullanılıyordu. Bu çağrı cihazları ucuzdu ve üzerinde kalp işaretleri olduğundan gerçekten gençler arasında popülerdi. Ardından Pocket Bell’in üzerindeki kalp işaretinin kaldırıldığı ve iş dünyasının kullanımını amaçlayan yeni bir versiyonu ortaya çıktı. Bu duruma gençler öyle bir tepki verdi ki, DoCoMo’yu terk ederek, sembollerini koruyan başka bir firmayı tercih etmeye başladılar. İşte o zaman sembollerin kesinlikle mesajlaşmanın bir parçası olduğunu anladım. Bu, benim için ilham kaynağı oldu. Emojinin kendisine gelince, hava tahminlerinde kullanılan işaretler ve kanji karakterlerinden esinlenerek çizdim. İlk olarak, hava, yiyecek, içecek, duygu ve düşüncelere benzeyen yaklaşık 200 emoji vardı. Aşk için kalp sembolü tasarladım. Şimdi Unicode’de artık binden fazla emoji var. Orijinal emoji, siyah ve beyazdı ve 12 x 12 pikseldi. Bu nedenle çok basitti ve fazla varyasyon yoktu. Teknik kısıtlamalar altında çalıştığımız için sevdiğimiz tasarımları yapamadık (Kurita, 2016).
Teknolojideki gelişmenin iletişim kaynaklarını hızla dönüştürdüğünü görmekteyiz. Emojiden önce mesajın, noktalama işaretlerinden oluşan sembollerle güçlendirilmeye çalışıldığını, bu sembollere, bölgesel de olsa belli, kabul gören, anlamlar yüklendiği görülmektedir. Deborah Wheeler’in İnternetin Kuveyt kültürüne etkisi üzerine yaptığı çalışmada, bu sembollere dikkat çekilmektedir: Pek çok genç kişi bana, karşı cinsle olan karşılaşmalarının siberuzayda olduğunu söyledi. Hatta klavyede, öpücük için (*), dudaktan öpmek için (:*) ve utanmış bir kıkırdama için (LOL) özel simgeler var bütün bu etkileşim ve yanıtlar ilişkiyi heyecanlı ve bu durumda, güvenli kılıyor (Giddens, 2013: 99).
Emojilerin en önemli özelliği tüm dillerde aynı anlama sahip olmasıdır. Dünyanın dört bir tarafından binlerce insan günlük semboller kullandığı yazılı mesaj gönderiyor ve bu mesajları anlıyor. Çünkü bu semboller küresel anlama sahip (Kelly, 2015: 5).
Bugün hemen hemen dünyada herkesin aşina olduğu sarı renkli emojiler de yine Japonya’da 1999 yılında, diğer bir mobil servis sağlayıcı tarafından çıkarıldı (Kurita, 2016). Tasarımları Japonya için yaptıklarını ifade eden Emojinin yaratıcısı Kurita, bu işaretlerin bir gün tüm dünyaya yayılarak popüler hale geleceğini düşünmediğini belirtmiş ve buna şaşırdığını söylemiştir.
Emoji kullanımının yaygınlaşmasında akıllı telefonların önemli bir rolü olmuştur. Uygulamaların bu telefonlara indirilmesi emoji kullanımını yaygınlaştırmış ve iletişimin önemli bir unsuru haline gelmesine katkı sağlamıştır. Kurita’ya göre, emojinin kullanılması kişilerin kelimelerle iletişim kurma yeteneğini kaybettiğine ya da sınırlandırdığına bir işaret olarak kabul edilemez. Daha önce anime ve manga hakkında da aynı düşüncede olanlar vardı, ancak bu korkular asla gerçekleşmedi. Her yaştan insan, duygularını tek bir emojinin, metinden çok daha fazla ifade ettiğini söyleyebiliyor. Emoji, cep telefonu kullanıcıları arasında bir ihtiyacı karşılaması nedeniyle büyüdü. Kullanımı her ne kadar karmaşık olsa da genel mesajı iletmek için harika (Kurita, 2016).
İnsanlar, her gün akıllı telefonlar üzerinden onlarca mesaj gönderiyor ve benzer şekilde mesaj alıyor. Bu mesajlaşma trafiği ise genelde, yolda, işte çalışırken, belki spor yaparken gerçekleşiyor. Yani insanlar hayatlarını sürdürdükleri bir anda birilerinden mesaj alıyor veya birilerine mesaj gönderme ihtiyacı hissediyor. Ancak, bu mesajlaşmada insanlar için bazen kelimeler yeterli gelmiyor veya kelimelerle cevap verecek kadar zaman olmuyor. Böyle durumlarda emojiler devreye giriyor. Mesela, kişi mesaj yoluyla aldığı sevindirici bir haber üzerine karşı tarafa, bu haber beni çok mutlu etti, çok sevindim, çok teşekkür ederim şeklinde cevap yazmak yerine tek tuşla gülen bir emoji göndermeyi tercih etmektedir. Çünkü bu şekilde hem karşı tarafa daha kısa sürede cevap verebilmekte hem de kendi zamanını daha verimli kullanmaktadır. Ayrıca, tek bir gülen surat, karşı tarafta çoğunlukla onlarca tuşa basılarak yazılan bir mesajdan çok daha etkili olmaktadır. Çünkü gönderilen bir ikon değil aslında kişinin o anki vücut dili, yüz ifadesidir.
Bu küçük ikonları kullanarak sevginizi, öfkenizi, sempatinizi, şüphenizi ve daha pek çok duygunuzu iletmeniz mümkün. Harfleri ve kelimeleri kullanmadan örneğin gülmekten gözümden yaş geldi ya da uykum var diyebiliyoruz. Bazen de kalbimiz kırıldıysa, bunu yazılı ifade etmeden kırık kalp ikonuyla bu işi çözüyoruz. Üstelik bu ikonlar dünyanın her yerinde aynı anlama geliyor (Güler, 2015). Nazlı Eda Noyan’a göre, emojiler insana yabancı olmayan şekillerden oluştuğu için adaptasyon sorunu yaşanmadı. Tek başlarına bir anlam taşımanın yanı sıra yan yana getirildiklerinde adeta cümle kurabildiğiniz eğlenceli ifade şekilleri olmaları da buna katkı sağladı. Sayıları gittikçe artan, çeşitlenen, farklı dijital platformlarda işler hale getirilip yaygınlaşan emojiler, dil bariyerini ortandan kaldıran yapıları, pratiklikleri ve eğlenceli oluşları sayesinde nesiller ve kültürler arası dünyanın ortak dili oldu (Güler, 2015).
İnternet kullanımının ilk yıllarında, dilin kullanımıyla ilgili eleştiriler yapılıyor, internetin, dili yozlaştırdığı görüşünü savunanlar oluyordu. Bu eleştiriler genelde, kelimelerin kısaltılması, harflerin yanlış yazılması veya İngilizce karakter tercihine yönelik oluyordu. Yapılan araştırmalara göre emoji kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, dilde bu yöndeki, eleştiriye sebep olan kullanımda azalma olduğu ortaya çıktı. Aman Tanrım anlamına gelen omg, Öptüm yerine kullanılan xoxo, Kahkahalarla güldüm’ün karşılığı lol artık daha az kullanılan kısaltmalardan sadece birkaçını oluşturuyor. Bu kısaltmaların kullanım oranı yarı yarıya azalmış durumda (Fıratlı, 2015).
İlk kez Japonya’da kullanılan ve oradan da dünyaya yayılan emojilerin standardizasyonu Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren Unicode Konsorsiyum tarafından yapılmaktadır. Gelen emoji talepleri burada değerlendirildikten sonra onaylanırsa listeye eklenebiliyor. Emojilerin anlamları için internet üzerinden oluşturulmuş sözlük (The emoj dictionary”, 2016) ve ansiklopedi (ler)(“emojipedia”,2017) bulunmaktadır.
Her yıl bir kelimeyi Yılın Kelimesi seçen İngilizce Oxford sözlük, 2015 yılında bir kelime yerine mutluluk gözyaşları emojisini seçmişti (“Oxford yılın kelimesini seçti”, 2017). Çok sayıda emoji olmasına rağmen dünyada en fazla kullanılan emoji gülen yüzdür . Sonra sırasıyla gülmekten ağlamak , aşkı simgeleyen kırmızı kalp , ışıltılı kırmızı yanak , onay anlamında baş parmak , tek göz kapalı dışarıya çıkarılmış dil , öpücük , göz kırpma , kafası karışık , üç maymunu oynamak şeklindeki deyimi simgeleyen maymun gelmektedir (“En hızlı gelişen dil:emoji”, 2016).

SONUÇ
Dil, insanı insan yapan en önemli özelliktir. Dil edinimine ilişkin farklı görüşler olsa da insan, dil yetisine sahip bir varlıktır. Belki de diğer canlılardan farklı olarak düşünen bir varlık olması aynı zamanda konuşma yetisini elde etmesine de imkân sağladı. Ancak, dil yetisi üzerine çok sayıda farklı görüş ileri sürülse de bilimsel bir ittifak henüz bulunmamaktadır. Her ne kadar farklı tezler olsa da insan konuşan, dil sahibi bir varlıktır ve bu özelliği sayesinde toplumsallaşabilmiş, önce dili yazılı hale getirmiş, elde ettiği birikim üzerinde ilerleyerek yazdıklarını çoğaltabilecek matbaayı geliştirmiş ve devamındaki süreçte ise elektronik çağa girmiştir.
Elektronik çağ, aynı zamanda insanlar arası iletişimin patladığı bir çağ olmuştur. Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeye, internet eklenmiş, akıllı telefonların gelişimiyle de adeta uzaklar yakın hale gelmiş, insan dünyanın her yerinden her an bilgi alabilir, bir yakınıyla anında iletişime geçebilir hale gelmiştir.
Yeni teknolojiler, aynı zamanda kendi kültürünü de oluşturmaktadır. İnternet teknolojisiyle birlikte ikonik iletişim diyebileceğimiz yeni bir iletişim dilinin oluştuğu da görülmektedir. Emoji adı verilen ikonlar aracılığıyla sağlanan bu yeni iletişim unsurları, her geçen gün daha da yaygınlaşmakta, insanlara hem hız sağlamakta hem de kelimelerin taşımada eksik kaldığı dilin jest ve mimik yönünü tamamlamakta, iletişimde duygu aktarımını gerçekleştirmektedir.
İkonik iletişimin en önemli özelliklerinden biri ise anlam yüklemesinin, bölgesel değil, küresel olmasıdır. Yani aynı dili konuşmayan insanlar da emojileri yan yana getirerek basit cümleler kurabilmekte, bu ikonlar aracılığıyla iletişime geçebilmekte, en azından birbirleriyle duygu paylaşımında bulunabilmektedirler.
Emoji standardizasyonu, ABD’de faaliyet gösteren Unicode Konsorsiyum tarafından yapılmakta ve emoji talepleri bu kuruluş tarafından değerlendirilmektedir. Yeni ikonların kabulüyle emojiye dayalı ikonik iletişimin her geçen gün alternatif bir iletişim kanalı olarak yükseldiği görülmektedir.

KAYNAKÇA

Altuntaş, H. ve Şahin, M. (2011), Kur’an-ı Kerim Meali, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Yenigün Matbaacılık

Bektaş, A. (1996), Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, İstanbul: Bağlam Yayıncılık

Chomsky, N. (2014), Dilin Mimarisi, Çev: İsa Kerem Bayırlı, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları

De Saussure, F. (2014), Genel Dilbilim Yazıları, Çev: Savaş Kılıç, İstanbul: İthaki

Dijk, J. V. (2016), Ağ Toplumu,  Çev: Özlem Sakin, İstanbul: Kafka Yayınları

Giddens, A.(2013) Sosyoloji, Yay. Haz. Cemal Güzel, İstanbul: Kırmızı Yayınları

Gülsoy, D. (2005), Kadife Karanlık, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar, İstanbul: Su Yayınevi

Kandemir, M.Y., Zavalsız, H. ve Şimşek, Ü. (2013), Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

McLuhan, M. ve R. Powers B. (2001), Global Köy, Çeviren: Bahar Öcal Düzgören, İstanbul: Scala Yayıncılık

Picq, P. (2016), Dilin En Güzel Tarihi, Çev: Sema Rifat, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları

Ülgen, H. Z. (2014), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları

Makale ve Diğer Kaynaklar

Altun, F. (2006),  M.McLuhan ve J. Baudrillard’ın Medya Kuramlarının Karşılaştırmalı Çözümlemesi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi
Alver, F. (2006), Medya Yetkinliğinin Kuramsal Temelleri, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, 7, 9-26

Aydan, H. ve Ulutaş, İ. (2010), Dilin Kökeni: Kur’an-ı Kerim ve Diğer Kutsal Kitaplara Göre Dil Olgusu, Turkish Studies-International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 5-4

Aysever, R. L. (2003), Dil Felsefesinin Geleceğine Bir Bakış, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi C:20, 2, 127-140

Demir,  R., Mukaddime Eseri Çerçevesinde İbn-i Haldun’un Dil Teorisi, Usul Dergisi, 21 Aralık 2016 tarihinde http://www.usuldergisi.com/img/_1346242152013_.pdf erişildi.

…. En Hızlı Gelişen Dil: Emoji, (2015, 10 Mayıs), Dijital Hayat Tv, 23 Ekim 2016 tarihinde http://dijitalhayat.tv/dijital-dunya/dijital-kultur/en-hizli-gelisen-dil-emoji erişildi.

Fıratlı, M. (2015, 6 Mayıs), Konuşuyoruz Ama Nece Konuşuyoruz,  Sabah gazetesi, 22 Ekim 2016 tarihinde http://www.sabah.com.tr/cumartesi/2015/06/06/konusuyoruz-ama-nece-konusuyoruz erişildi.

Güler, E. (2015, 16 Eylül), Dijital Dünyanın Yeni Dili: Emoji, Para Dergisi, 19 Ocak 2017 tarihinde http://www.sabah.com.tr/teknoloji/2015/09/16/dijital-dunyanin-yeni-dili-emoji, erişildi

Kaplan, K. ve Ertürk, E. (2012), Dijital Çağ ve Bireyin İdeolojik Aygıtları, The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication, 2-4. 21 Aralık 2016 tarihinde http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tojdac/article/view/5000047111/5000044404 erişildi

Kurita, S. (2016, 27 Ekim),  The inventor of emoji on his famous creations, The Guardian, 13 Ocak 2017 tarihinde https://www.theguardian.com/technology/2016/oct/27/emoji-inventor-shigetaka-kurita-moma-new-york-text erişildi.

Okumuş, E. (2014, 13-15 Ekim), Medine’den Medeniyete, Farabi’de Sosyoloji Öncesi Sosyoloji, Medeniyet Düşünürü Farabi Uluslararası Sempozyumu, Eskişehir

….. Oxford Yılın Kelimesini Seçti (2015, 17 Kasım) 22 Ekim 2016 tarihinde http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/yilin-kelimesi-bir-emoji-429535 erişildi.

1 yorum:

  1. Online casinos that accept players from US - Online Casinos
    USA Casinos with Real Money Online 더킹카지노 가입 Casino Games — Online casino sites that 제왕 카지노 accept players from the US · dafabet 1. Red Dog, 온라인 카지노 Casino 카지노 Planet,

    YanıtlaSil